29 Mayıs 2007 Salı

Sandık Kokusu


Tavan arasının yarısı kırık diğer yarısı da kirli tek penceresinden güneş ışığı usulca başını uzattı. İçerde kimsenin olmadığını görünce gönül rahatlığıyla dans ederek kilidi bozuk, anahtarı kayıp sandığın üstüne düştü.
Kış boyunca karanlıkta kalmış olan ve bundan hiç şikayetçi olmayan tavan arası sakinleri bu ani misafirden huzursuz oldular, ama dilleri olmadığı için hiçbir şey söyleyemediler. Güneş ışığı kilidi bozuk, anahtarı kayıp sandığın demir anahtar deliği üzerinde parladı ve havada uçan tozları daha da görünür hale getirdi.
Çok uzun süredir tavan arasına kimse gelmiyordu, sandık da kim bilir ne zaman, geri alınmak üzere oraya bırakılmıştı. Üzerinden oluşan kat kat tozlar, bırakanın bir daha gelmediğinin işaretiydi.
Tavan arasının yarısı kırık diğer yarısı da kirli tek penceresinde, bir zamanların el işi göz nuru dantel bir perde sallanıyordu. Eski ev, el değiştirdikten sonra, yeni sahipleri ne tavan arasını, ne buradaki eşyaları, ne de yıllardır sallanan, sallandıkça da sararan dantel perdeyi umursamışlardı.

Çok çok eskiden tavan arası, gününü merdivendeki ayak seslerini dinleyerek geçirirdi. Aslında sadece tek bir ayak sesini önemsiyor, onu bekliyordu. Minik ayaklar her seferinde neşeyle çıkardı merdivenleri. İlk kez oyuncak tavşanını saklamak için geldiğinde tanışmışlardı. Küçük kız onunla konuşmuştu. Evet çocuk dünyasında ona da bir kişilik verip sohbete başlamıştı. “Sakın annemlere söyleme tavşancığın burada olduğunu, çok eskidiği için atmak istiyorlar onu çok iyi sakla.” demişti tavan arasına. Tavan arası kendisine verilen bu görevden memnun saklamıştı küçük kızın küçük oyuncağını. O günden sonra defalarca bu minik ayaklar tavan arasına çıktı her seferinde de bir şeyini emanet etti. Burası onun gizli küçük dünyası olmuştu artık.
Tavan arası bu küçük misafirini ağırlamaktan hiç de şikayetçi değildi. Yıllar geçtikçe ayak seslerinde bir tuhaflık fark etti. Artık eskisi gibi heyecanlı ve minik gelmiyorlardı. Daha sakin, yavaş ve hüzünlüydü. Ne olmuştu küçük kıza?
Küçük kız büyümüştü ve o gün getirdiği her zamankinden farklıydı. Ceviz ağacından yapılmış işlemeli kocaman sandığı zorlukla yukarı taşımıştı. Sandık pırıl pırıldı, genç kızın tek başına taşıyabildiğine bakılırsa çok da dolu sayılmazdı. “Bak sana ne getirdim bu sefer” dedi tavan arasına ve devam etti: “Bu benim çeyiz sandığım içini yavaş yavaş dolduracağım. Gerçi annem sandığı tavan arasında saklamamın uğursuzluk getireceğini söyledi ama kulak asma ona. Sen benim dostumsun onu en iyi sen saklarsın”. Sonra Ceviz sandığın kapağını açtı içinden küçük dantel bir perde çıkarttı. “Bu senin için, ilk yaptığım dantel biraz hatalarım var ama olsun” dedi ve gülümseyerek perdeyi tavan arasının tek camına taktı. Tavan arası çok mutlu olmuştu. Güneş ışığı dantelin delikleri arasından dans ederek odaya girdi ve ceviz sandığın üstüne düştü. Sandık pırıl pırıldı, yeni cilalanmıştı. Tavan arası çok düzenli görünüyordu, etrafta tek bir toz bile yoktu. Küçük kızın zamanla buraya taşıdığı birbiriyle hiç de ilgisi olmayan eşyalar içeri gireni geçmişe götüren huzurlu bir ortam yaratıyordu. Atmaya kıyamadığı, onun için önemli ne varsa buraya getirmişti. Babaannesinin altın rengi ambalajlı rimeli, bir gün yanlışlıkla kırdığı ve annesinden okkalı bir azar işittiği porselen fincan, anneannesinin düğme kutusu, annesinin küçük bir pompayla sıkılan çok şık içi bitmiş parfüm şişesi, babasının piposu ve tabi ki tavşancık yan yana duvardaki rafta duruyorlardı. Yerde çok fazla eşya yoktu. Büyük koyu renk rabıtaların üstünde sadece bir minder, bir ceviz sandık ve bir kasa sarı elma vardı. Elmaları annesi tavan arasına koymak istemişti, vakti gelince bu elmalar hoşafta ve tatlılarda kullanılacaklardı, mutfakta kalabalık yapacaklarına burada durmaları daha iyiydi. Önceleri genç kız buna itiraz etti ama tavan arasına her girişinde mis gibi elma kokusunu duyunca bundan memnun bile olmaya başlamıştı.
Eskisi kadar sık gelmese de haftada birkaç gün buraya gelip sandığın içine yeni bitmiş bir el bezi ya da masa örtüsü koyuyor, bir tane elma yiyip içinden geçenleri tavan arasıyla paylaşıyordu.
Son gelişinde biraz hüzünlüydü, kapıyı sessizce açtı, elmalara bakmadı bile. Tavşancığı alıp sandığın içine koydu. Elindeki küçük naftalin ve lavanta paketlerini özenle sandığa yerleştirdi. Tavan arasının aralık penceresini kapatıp dantel perdeyi çekti. Kapıdan çıkarken son bir kez baktı tavan arasına, dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi aralandı ama sonra sustu. Tavan arası anlamıştı onu, veda etmeye gelmişti. Gitme demek istedi ama nasıl konuşacağını bilmiyordu. rüzgardan yardım isteyeyim o benim yerime konuşur diye düşündü. Penceresini araladı rüzgarı içeri davet etti. İçeri giren rüzgar kızın kulağına gitme diye fısıldadı, hafifçe saçları uçuşuyordu. Anladığından mıdır bilinmez hiç gitmek istemiyorum diye mırıldandı açılan pencereyi kapatırken. Tavan arası üzüntüyle gittikçe azalan ayak seslerini dinledi. Genç kızın her uzaklaşan ayak sesiyle beraber rabıtalarının rengi soldu, içerisi eski ışığını kaybetti. Artık sıradan bir tavan arasıydı.

Aradan ne kadar zaman geçti bilinmez, yabancı bir ayak sesi tavan arasına yaklaştı ve kapıyı açtı. İçeri gireni ilk kez görüyordu belki kızdan haber alırım diye ümitlendi ama boşuna. İçeri giren yüzünü buruşturarak etrafına bakındı.” Burası ne kadar köhne, ne kadar pis, bunca zaman ne buldu burada bu kız” diye söylendi. Elinde bir gelinlik vardı, ceviz sandığı açtı ve içine koydu. Kilitledikten sonra anahtarı da alıp çıktı.
O günden sonra birkaç misafiri daha oldu tavan arasının. Ama hiç biri içeri girmedi sadece başlarını kapıdan uzattılar ve içeriyi şöylece bir kolaçan ettiler. Ve kız hiçbir zaman geri dönmedi.

Kilidi bozuk, anahtarı kayıp ceviz sandığın anahtar deliğinden bir güve çıktı. Kim bilir içerde hangi hatırayı yemişti de böyle mutlulukla karnını ovuşturuyordu. Belki tavşancığın kulağını kemirmişti belki de gelinliğin dantel duvağını. Tavan arası bu güveden hiç hoşlanmamıştı. Tek arkadaşından geriye kalanları böyle oburca yiyemezdi. Gitmesi gerekiyordu dışarı çıkması için dantel perdeyi araladı, cam kırıktı oradan rahatlıkla çıkabilirdi, ama çıkmıyordu. Tavan arası bu güveyle uğraşırken merdivenleri çıkan minik ayak seslerini duydu acaba dedi, gelmiş olabilir mi küçük kız. Tavan arası o kadar uzun süre uyumuştu ki hafızasında her şey birbirine karışmıştı; onu hala küçük bir kız olarak hatırlıyordu. Ayak sesleri yaklaştıkça heyecanlandı, heyecanlandıkça eli ayağına dolaştı, kendine çeki düzen vermesi gerekiyordu. Ama o kadar pis o kadar tozluydu ki ne yapacağını bilemedi. Kapı aralandı bir tek gözleri tanıdık gelen ufak tefek bir ihtiyarcık içeri girdi.

“Sana güvenebileceğimi biliyordum sana bıraktığım her şeyi çok iyi saklamışsın” dedi.
İhtiyar kadın önce sandığın yanına gitti. Anahtarı kayıp, kilidi bozuk sandık onu görünce hiç sorun çıkartmadı ve kapağını açıverdi.
“Ah bu sandık kokusu, hatıralarım kadar küflü kokuyor ama gene de seviyorum bu kokuyu” dedi. Sonra yaşından beklenmeyecek bir enerjiyle tavan arasını temizledi, camı tamir etti, yerleri cilaladı. Bekle beni diyerek koşarak aşağıya indi, geri geldiğinde elinde bir tabak sapsarı elmalar vardı. Çok uzun bir süreden sonra tavan arası tekrar elma, mutluluk, ışık ve birazda küflü hatıra kokuyordu.
İhtiyarcık yerdeki tek mindere oturdu, kucağında tavşancığı, bir yandan elma yedi bir yandan da anlatmaya başladı.

“Bir bilsen neler oldu, bak sana saklamanı istediğim yeni bir şey getirdim” dedi ve elindeki köstekli saati de pırıl pırıl parlayan ceviz sandığın içine koydu.
Hatıralar elma kokusuyla birleşti, lavantalar buna eşlik etti. İhtiyarcık ve tavan arası her gün buluştular ve dertleştiler. İhtiyarcık anlattıkça anlattı, tavan arası dinledikçe parladı. Hayatlarının en mutlu yıllarını sonuna kadar birlikte geçirdiler.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

Canım masalcım
Hikayen beni aldı götürdü yıllar yıllar öncesine.Ben de anımsadım içi dışı masif evimizin tavanarasını ,atıl ,atılmaya kıyılamayan ,belki bir gün işe yarar düşüncesi ile oracığa konuluveren binbir anı kokan eşyaları,yiyecek bulma kaygısı ile dolanıp duran farecikleri.. Taa nerelere gittim bir bilsen Ürperdim birden;acaba şu an açık olan penceremden, bahçemize dolan iğde ağacının mis kokusunu içeri taşıyan rüzğardan mı?Masaldaki tavanarası ve sandıktan mı?Onlarda saklı yıllanmış anılardan mı bilemedim:Kesin olan bir şey var o da masalının beni etkilemiş oldugu.
Gönlüne sağlık.

masalcı dedi ki...

Eskiden, küçükken benim bir tane oyuncak palyaçom vardı. Aptal görünüşünü, üzerindeki mavi tulumu çok severdim.Keşke o zamanlar bizim de bir tavanaramız olsaydı da;küçük kızın tavşancığa yaptığı gibi bende onu saklayabilseydim. Gerbil anne hatırladınmı çok eskidi diye çöpe atmıştın palyaçomu:)onun yerine aldığınız hiçbir oyuncak onun yerini tutmadı.
Şİmdi bir tane hatıra sandığım var 10 yıldır içinde bir sürü eşya, bir sürü hatıra biriktirmişim. bazen tek tek bakıyorum. En son sandığa, tavşan kardeşin ve tapirin, sapancada tren rayına koyarak trene ezdirdikleri ve yamyassı olan madeni parayı koydum.

Adsız dedi ki...

zaman herkes için farklı hızlarda akıyor...

masalcı dedi ki...

evet zaman farklı hızlarda akıyor. Ama doğru zamanda doğru yerde olunabildiğinde de, farklı hızlarda akan zamanlar kesişebiliyor ve bu da hayatımızdaki güzel anlar,anılar oluyor...