26 Ağustos 2010 Perşembe

Bir Masaldı Hayat...




Bir masal olsa ya şu hayat; biri okusa geri kalanlar dinlese.
Biri bizi anlattığı sürece yaşasak; sustuğunda ise uçuversek; arkamızdan bakakalan şaşkın, üzgün ve de isyankar bakışlara aldırmadan yükselsek bilinmezliğe..
Sonra biri dese ki "peki ya sonra ne olacak ?" ve anlatan tekrar başlasa kaldığı yerden masalı dillendirmeye. Ve giden gitmekten vazgeçse geri dönse kendi masalını dinlemeye. Geride kalanlar derin bir oh çekse, "oh be rüyaymış" dese...
Rüya, masal birbirine girse....

3 Kasım 2007 Cumartesi

Bulut Çocuk


Çıkmaz sokağın çocukları gene her zamanki yerlerinde buluşmuşlardı. Aslında sokakları her yere çıkıyordu ama nedense bir zamanlar biri bu ismi uygun görmüştü. Gel zaman git zaman çıkmaz sokağın küçük çocuk çetesi de bu isimle anılır olmuştu. Elebaşları da Cancan isminde küçük bir kızdı. Kız olduğuna bakmayın mahallenin en yaramazı, en bilmişi, en afacanı gene bu kızdı. Okullar kapandığı zaman sabah erkenden sokağa çıkarlar akşam annelerinin inadına geç saatlere kadar oynarlardı. Ama elbet her sokak gününün bir dönüşü vardı. Ve bu dönüşlerde de genellikle Cancan’ı kızgın bakışlarla annesi karşılardı. Annesi
-Ben sana demedim mi bu kadar geç gelmeyeceksin diye kızdığında, Cancan’ın cevabı hep aynı olurdu:
- Hava daha kararmadı anne bak yıldızlar sokağı aydınlatıyor. Ama bu cevap tabi ki Cancan’ı cezadan kurtaramazdı.
-Bu akşam televizyon seyretmeyeceksin.
-Ama anne bu haksızlık bilgiç daha eve bile gelmedi neden o ceza almıyor?
-Kardeşine bilgiç deme. Hem o bütün gün evde kitap okudu daha yeni sokağa çıktı.
Cancan çaresiz odasına gitti. Üzgündü ama bunu çok da umursamıyordu sokakta olmayı televizyon seyretmeye tercih ederdi.
“Hıh kitap okumuşmuş, bir de bilgiç dememe kızıyorlar” diye içinden geçirdi ve camdan dışarıyı seyrederken hayallere daldı.

Bilgiç Cancan’ın erkek kardeşiydi. Bilgiçten başka iki kız kardeşi daha vardı. En büyükleri Cancan’dı. En küçükleri olan bebek kardeş ise daha yeni emeklemeye başlamıştı.

“Haydi Cancan yemek hazır”
Annesinin sesini duyan Cancan mutfağa gitti. Onun dışında herkes sofradaydı. Bebek kardeş çoktan yemeğini yemiş eli ağzı mama içindeydi.

-Anne ne var yemekte?
-Hem geç geliyorsun sokaktan hem de yemek mi seçeceksin birazdan görürsün.

Annesi yemekleri koydu. Neyseki püre ve köfte yapmıştı bayılırdı bu yemeklere. Herkes iştahla köftelerini yemeğe başladı.
Bir süre sonra Bilgiç;
-Baba bir şey soracağım dedi.
Cancan bunun altından bir şey çıkacağını biliyordu kaşlarını çattı ve beklemeye başladı. Babası bilgice
-Sor bakalım? Dedi.
-Benim dışımda bütün çocukların bisikleti var. Okullarda kapandı bu yaz bana da alır mısınız?
Babası hemen cevap vermedi,
-Dur bakalım biraz düşünelim dedi.

Cancan çok sinirlenmişti. Babası ne zaman böyle dese kesin alırdı. Neden Bilgice alıyorlardı ki bisikleti o da istiyordu. Çok kızmıştı uykum var diyerek odasına gitti.
Aradan birkaç gün geçti. Cancan bisiklet olayını unutmuştu bile. Ama o akşam annesinde bir gariplik vardı. Babanızın size yemekten sonra bir sürprizi var dedi. Heyecanla yemeklerini yediler.
-Hadi baba söyle sürprizin ne diye zıplayıp duruyorlardı.
Babası kapının arkasına bakın dedi. Gözlerine inanamıyorlardı bu kıpkırmızı bir bisikletti. Bilgiç sevincinden babasının boynuna sarıldı. Cancan’ın gözleri dolmuştu neredeyse ağlayacaktı.
Babası
-Bu bisiklet hepinizin ama Bilgice veriyorum sorumluluğunu. Sırayla binersiniz dedi. Bunun anlamı Bilgiçten başkasının o bisiklete binemeyeceğiydi. Eşyalarını o kadar sahipleniyordu ki başkasının dokunmasına izin vermiyordu.

Gerçekten de öyle oldu. Bilgiç her akşam bisikletini temizler, parlatır ve merdiven altına zincirlerdi. Cancan yalvarırdı bir kere binebilmek için ama o hiç izin vermezdi.
Bir süre sonra Cancan bisikleti unuttu. Sabahtan akşama kadar yeniden sokakta koşturmaya başladı.
Dışarıda büyülü bir dünya onu bekliyordu. Kimseye anlatmadığı küçük bir sırrı bile vardı. Bir akşam eve dönerken yüzüne düşen yağmur damlarlarını hissedip gökyüzüne bakmıştı. Bir de ne görsün her yer rengarenk bulutlarla kaplanmıştı. Her bir buluttan aynı renkte damlacıklar yeryüzüne düşüyordu. Sonra bir ses duydu öfkeli bir adam sesi. ‘daha hızlı daha hızlı’ diye bağırıyordu. Kim olduğunu tam olarak seçememişti ama onun bulutların kralı olduğunu anlamıştı. Kralın nereye yetiştiğini ve neden rengarenk bir yağmur yağdığını hiçbir zaman anlamamıştı ama her gün aynı saatlerde kralı beklemekten de vazgeçmemişti. O günden sonra tekrar kralı göremese de ara sıra renkli bulutları görüyordu. Kafasına koymuştu bir gün o da oraya gidecekti ve kralı bulacaktı.
Ona göre pembe renkli olan bulutlar şekerden yapılmışlardı tatları çok güzeldi. Büyük ihtimalle kral sarı olanları uyumak için kullanıyordu, sıcacık olmalıydılar. Ama mor olanların ne işe yaradığını bilmiyordu. Bunu gidince kralın kendisine sormalıydı.

Kırmızı bisikleti unutup sokakta oynadığı günlerden birinde rengarenk bulutlar gökyüzünde belirdi. Cancan hemen arkadaşlarıyla oynadığı oyunu bırakıp bulutları takip etmeye başladı. Bulutlar rüzgarla daha hızlı hareket etmeye başladıkça cancan da daha hızlı koşmaya çalışıyordu. Ama bir türlü yetişemiyordu. En sonunda yokuş aşağı bir sokağın başına geldi bir de ne görsün, bütün bulutlar yokuşun sonundaydılar. Cancan çok hızlı koşarsa ve üstlerine atlarsa onları yakalayabilecekmiş gibi hissetti. Bütün gücüyle koşmaya başladı. O koştukça bulutlar daha uzağa gittiler. Cancan gözlerini kapadı koştu koştu koştu ve bulutların üstüne atladı. Bir süre boşlukta düşer gibi oldu sonra altında yumuşacık bir yer hissetti. Yavaşça gözlerini açtı ve kendini yatağında buldu. Çok şaşırmıştı bu nasıl olmuştu ki? Acaba rüyamı görmüştü? Her halde rüyaydı diyip mutfağa annesinin yanına gitti. Cancan’ı görünce
-saçlarındaki o renkli şeyler de ne dedi annesi.
-Renkli şeyler mi?
Sonra birden bire her şeyin gerçek olduğunu anladı, saçlarındakiler de bulut parçalarıydı. Sevinçten ne yapacağını şaşırmıştı. Hemen tekrar denemek için dışarı çıktı ama hava çoktan kararmış ve tek bir bulut bile kalmamıştı. Olsun yarın başaracağım diye düşündü.
Ertesi sabah aynı sokağa tekrar gitti bulutlar gene yokuşun bittiği yerde bekliyorlardı. Koşabildiği kadar hızlı koştu ve atladı. Ama gözlerini açtığında kendini gene yatağında buldu. Üstü başı rengarenk bulutlara bulanmıştı. Koşarak dışarı çıktı ve tekrar denedi ama faydası olmuyordu. Ne kadar hızlı koşarsa koşsun bulutları yakalayamıyor ve anlayamadığı bir şekilde yatağına düşüyordu.
Akşam bir plan yaptı eğer Bilgicin bisikletini alırsa bulutlara daha hızlı ulaşabilir ve onları yakalayabilirdi.
Sabah gizlice bisikleti kaçırdı ve yokuşun başına gidip bulutların gelmesini bekledi. Bulutlar göründüğü zaman hemen bisikletine atladı hızla bulutların üstüne sürdü. Bir süre sonra bisiklet havalandı. Cancan pedalları çevirmeye devam etti. O kadar korkuyordu ki aşağıya bakamıyordu. Sonra bisiklet yere kondu ve yerde ilerlemeye devam etti.Ancak o zaman Cancan gözlerini açmaya cesaret etti. Ama gördükleri karşısında sanki büyülenmişti. İnanamıyordu. Sonunda başarmıştı. İşte bulutların üstüne kırmızı bisikleti ile ilerliyordu. Her yanda çeşit çeşit renklerde pamuk bulutlar vardı. Bisikleti uçar gibi bunların üstünden geçiyordu. Pembe buluta gelince Cancan bisikletinden aşağı indi. Bir parça bulut kopardı ve tadına baktı gerçektende şekerdendi bu bulut. Bir parça daha koparıp iştahla yedi. Şimdi kralı bulması gerekiyordu. Bisikletine tekrar bindi ve onu aramaya başladı. Kral görünürlerde yoktu Cancan da yorulmaya başlamıştı. Sarı bulutlardan birinin üstüne kıvrıldı ve uyumaya başladı. Bir süre sonra birinin ona seslendiğini duydu. Gözlerini açtığında başının tam üstünde bir kuyruklu yıldız duruyordu. Kuyruklu yıldızın üstünde de kral oturuyordu. Kralı görünce çok heyecanlandı.
-sen kralsın değil mi?
Kuyruklu yıldızdaki adam bir süre şaşkınlıkla bakakaldı sonra da kahkahalarla gülmeye başladı.
-Ben kralım demek hahaha? Demek beni kral sanıyorsun?
-Evet seni sürekli görüyorum yer yüzünden. Zaten buraya da seni bulma geldim neden bu kadar çok güldüğünü anlayamıyorum. Cancan kendisiyle dalga geçilmesine çok sinirlenmişti.
-Çünkü burada kral yok. Aslına bakarsan bu bulutlarda bulut çocuk ve benden başka kimse de yok.
-Bulut çocuk da kim?
-Bütün bulutların sahibi.
-Nerede şuanda beni ona götürebilir misin?
-Seni görmek isteyeceğini sanmıyorum yabancılardan hiç hoşlanmaz.
-Beni ona götür eğer istemezse geri dönerim.
Adam Cancan’la daha fazla başa çıkamadı ve onu da kuyruklu yıldıza aldı. Yıldız hızla bulutlardan uzaklaştı. Cancan nereye gittiklerini merak ediyordu.
-Bulut çocuk neden bulutlarda yaşamıyor? Burası çok güzel.
-Çünkü onun evi şuradaki büyük bulutun arkasında. Senin gördüğün bu küçük bulutlara ancak ara sıra gezmek için gelir.
-Geçen gün seni bir bulutun üstünde gördüm. Sürekli daha hızlı daha hızlı diye bağırıyordun. Nereye yetişmeye çalışıyordun?
-sanırım şu pembe bulutların tadına bakmışsın ağzının her tarafına bulaşmış.
Cancan evet anlamında başını salladı. Bulutları izinsiz yediğini için yakalanması onu utandırmıştı.
-İşte Bulut çocuk o şekerlerden yemek istedi ve alıp getirmem için de beni gönderdi.
-Neden seni gönderdi? Kendisi gelip alabilirdi.
-Benim görevim bu onun istediği her şeyi yerine getirmek. Ama o kadar huysuz ki hiçbir şeyden memnun olmuyor.
-Neden peki?
-Bilmiyorum . O hep böyleydi. Konuşurlarken Pamuk çocuğun yaşadığı şatoya gelmişlerdi bile. Kuyruklu yıldızdan indiler.
Şato inanılmayacak kadar büyük bir buluttan oluşuyordu. Her bir bölümü ayrı bir renkteydi. Cancan bu büyüleyici şatoya bakakalmıştı. Burada tek başına mı yaşıyor diye düşündü. Bu çocuğu çok merak ediyordu. Ama o gün göremedi. Bulut çocuk onunla konuşmayı kabul etmemişti. Ne kadar tuhaf biri diye düşündü Cancan.
Bulut çocuğun hizmetkarı, Cancan’a odasını gösterdi.
-Seni görmek istemediği için üzülme sakın. Ben sana söylemiştim çok huysuzdur diye. Bu gece burada kalabiliisin ama yarın evine geri dönmen gerekiyor.
-Yani onu göremeyecek miyim?
-Ne yazık ki göremeyeceksin.
Cancan bu işe hiç sevinmemişti. Bulut çocuğu çok merak ediyordu fakat artık başka bir sebepten daha görmek istiyordu. Onu burada bu harika yerde yaşadığı için çok şanslı olduğunu söylemeliydi. Bu kadar huysuz olması için bir sebep yoktu.

Sabah erkenden kalktı ve Bulut Çocuğu aramaya başladı. Fakat şato o kadar büyüktü ki nereye bakması gerektiğini bir türlü bilemiyordu. Her girdiği oda birbirinden güzeldi ama hepsi de boştu.
-Burada hala ne arıyorsun diyen sesle irkildi Cancan. Arkasını döndüğünde kendi yaşlarında bir kız çocuğu ile karşılaştı.
-Ben Bulut çocuğu arıyorum.
-Ben Bulut çocuğum ne istiyorsun benden? Sana bu sabah gitmeni söylemiştim sen hala buradasın.
-Gerçektende çok huysuzmuşsun.
Bulut çocuk hiçbir şey söylemedi yürümeye devam etti. Cancan da onu takip etti. Bir süre sonra büyük bir odaya girdiler. Odanın ortasında çeşit çeşit yiyeceklerde donatılmış bir masa vardı.
-Aç mısın diye sordu Cancan’a.
-Evet çok acıktım.
Birlikte yemek yemeğe başladılar. Cancan dayanamadı ve
-Neden bu kadar mutsuzsun burada harika bir yaşamın var diye sordu.
-Harikamı? Buranın neresi harika?
-Bulutların üstünde yaşıyorsun. Harika bir evin var etrafın şeker bulutlarıyla çevrili daha ne istiyorsun.
-Hiç arkadaşım yok ama.
-Bu o kadar önemli mi? ben burada olmayı tercih ederdim.
-Çok yanılıyorsun. Ben ise senin yerinde olmak isterdim. Her gün arkadaşlarınla oynadığınız oyunları seyrediyorum. Çok eğleniyorsunuz.
-Sen de bizimle oynayabilirsin.
-Bu mümkün değil buradan ayrılamam.
-Ama neden eğer ben gelebildiysem sende benim yanıma gelebilirsin.
-Hayır bu o kadar kolay değil. Burada kalıp bu şatoyu korumam gerekiyor. Sen sadece gökyüzünün bir kısmını gördün birde siyah bulutların olduğu kısım var. Sık sık pamuk bulutlara saldırırlar işte o zaman renkli yağmurlar yağdırıp siyah bulutları yok etmem gerekiyor.
-burada kalıp sana yardım edebilirim.
-hayır bu olmaz ailen seni çok merak etmiştir. Artık geri dönmelisin.
-Seni tekrar nasıl göreceğim peki?
Yanıma gelmek istediğin zaman renkli bulutları takip et ve üç defa ‘şeker bulut’ diye seslen. Seni yanıma alırım.
-Tamam ama sen de bana bir söz ver. Eğer canın sıkılırsa bana bir işaret gönder hemen gelirim. Bir daha huysuzluk yapma kimseye. İki kız kikirdeşmeye başladılar. Sanki yıllardır birbirini tanıyan iki yakın arkadaş gibiydiler.
-Bisikletim nerde diye panik halde sordu Cancan. Eğer onu kaybederse Bilgiç çok kızardı.
-Merak etme bisikletini getirttim işte orada. Hadi gel dışarı çıkalım artık gitmelisin.
Cancan bisikletine bindi ve yavaşça pedalları çevirmeye başladı. Yumuşacık bulutların üstünde yavaşça ilerliyordu. Birden bisiklet hızlandı ve aşağı doğru düşmeye başladı. Cancan gözlerini kapattı. Bir süre sonra annesinin sesiyle gözlerini açtı.
-Cancan seni çok merak ettik iyi misin?
Cancan neler olduğunu anlamamıştı.
-Ne oldu anne diye sordu yatakta doğrulurken.
-Bisikletten düştün. Başını çarpmışsın dün akşamdan beri kendinde değildin bizi çok korkuttun.
-Yani dünden beri uyuyor muyum ben?
-Evet. Sana yiyecek bir şeyler getireyim acıkmışsındır. Annesi odadan çıktı. Ama Cancan hiç aç değildi daha bir iki dakika önce Bulut çocukla beraber tıka basa yemek yemişlerdi.
‘demek hepsi rüyaymış’ diye düşündü. ‘Halbuki ne kadar da gerçekti’

Bir iki gün sonra Cancan’ın hiçbir şeyi kalmamıştı. Tekrar sokağa çıkmak için sabırsızlanıyordu.
Akşam yemekte ‘sana bir sürprizim var’ dedi babası Cancan’a ve odasına bakmasını söyledi. Cancan koşarak odasına gitti gözlerine inanamıyordu bu yepyeni bir bisikletti. Hem de rengarenk tıpkı bulutlar gibi diye düşündü. Çok sevinmişti. Ertesi sabah olmasını sabırsızlıkla bekledi ve hemen bisikletine binmek için sokağa çıktı. O kadar erken çıkmıştı ki sokakta başka kimse yoktu. Kendi kendine dolaşmaya başladı. Farkında olmadan yokuşun başına gelmişti. Aşağı bakınca bulutları gördü birden heyecanlanmıştı. Belki de olanlar rüya değildi. İçinde ‘şeker bulut, şeker bulut’ diye tekrarladı. Gözleri kapalıydı ama hala olduğu yerde kaldığını hissedebiliyordu. Ayağının altında bulutlar yoktu. Hayal kırıklığına uğramıştı.

-Ben de artık beni görmek istemediğini düşünmeye başlamıştım.

Cancan gözlerini açtı. İnanamıyordu Bulut çocuğun şatosundaydı.Demek ondan bulutları hissedememişti.
İki çocuk sevinçle birbirlerine sarıldılar, konuşacak ve birbirlerine anlatacak çok şeyleri vardı.

(Çocukluk anılarından ilham aldığım canım anneme...)