3 Mart 2007 Cumartesi

KIRMIZI KUYRUKLU KUŞ



Bir zamanlar bundan yüzlerce yıl önce kimsenin hayal bile edemeyeceği uzak bir ülkede dünyanın en mutsuz kralı yaşıyormuş. O kadar mutsuzmuş ki mutlu olan her insanı kıskanıyor ve onlarında eğlenmelerini, gülmelerini bile istemiyormuş. Hatta bunları yasaklamayı bile düşünmüş.

Bu mutsuz kral dünyanın en güzel sarayında yaşarmış. Bu saray o kadar büyükmüş ki bir ucundan diğer ucuna yürümek tam bir gün sürüyormuş. Ama bu koskoca sarayda sadece 3 hizmetçi varmış kraldan başka. Halbuki bir zamanlar buradan mutluluk şarkıları yükselir yüzlerce saray görevlisi sürekli etrafta koşturur küçük çocuklar havuz kenarında oynarmış...

Kimse ne olduğunu bilmiyormuş sarayda. Gel zaman git zaman saraydan çıt çıkmaz olmuş. Bir zamanlar duyulan o neşeli sesler zamanla azalmış ve yok olmuş artık bahçede dolanan insanlar oynayan çocuklar ve etrafta telaşla koşturan hizmetçiler yokmuş. Kimse olan biteni bilmiyormuş ama krallarına neler olduğunu insanların nereye gittiğini ve neden bu kadar mutsuz olduğunu soramıyorlarmış.

Dediğimiz gibi kraldan başka sadece üç kişi varmış koskoca sarayda. Bu üç kız kardeş saraya daha küçükken gelmişler ve hayatları boyunca kraliyet ailesine hizmet etmişlermiş. Şimdi ise bütün işlere tek başlarına koşturuyorlar sabahtan akşama kadar işleri yetiştirmeye çalışıyorlarmış. Biri yemek yapmaktan sorumluymuş. Her gün koca koca tencerelerle 1000 kişiye yetecek yemek pişirirmiş. Bu kralın emriymiş her akşam güneş batınca gelir bu yemekleri tek tek bahçedeki büyük ağacın altına taşırmış. Bu ağaç yıllar önce kendiliğinden bahçede belirmişmiş ve kimse sırrını bilmiyormuş ama bütün bu mutsuzluklar bu esrarengiz ağacın ortaya çıkmasıyla birlikte başlamış...

Ortanca kız kardeş sarayın temizliğinden sorumluymuş. Oda diğer iki kız kardeşi gibi güneş doğarken kalker güneş batana kadar etrafı temizlermiş. O kadar çok yorulurmuş ki her seferinde keşke bana yardımcı olacak birini göndersen Allahım diye dua edermiş. Her gün bittiğinde etrafı tertemiz yapmış olurmuş. O kadar yorulurmuş ki işi biter bitmez yatağına gider hemen uyurmuş. Ama ertesi gün güneş doğduğunda etrafı kirlenmiş bulurmuş sanki saray yıllarca temizlenmemiş gibi kirli olurmuş. Buna hiç anlam veremezmiş. Kendi kendine dermiş ki ‘1000 atlı bütün gece burada koştursa atlar çamurlu nallarıyla her yeri mahvetse bile burası bu kadar kirlenemez acaba bu nasıl oluyor’. Sonra gene elinde fırça ve ir kova suyla bütün yerleri temizlemeye başlarmış.

Bu kardeşlerin en küçüğünün görevi ise sarayın bahçesindeki yabanı otları yolmakmış. O da diğer ikisi gibi güneş doğduğu zaman kalkar bahçeyi temizlemeye başlarmış. Otları yolarken elleri o kadar çok acırmış ki sürekli keşke bu otlar bir daha çıkmasa diye yalvarırmış tanrıya. Güneş batarken işini mutlaka bitirmesi gerekirmiş aksi taktirde kral çok kızarmış. Hiç durmadan bütün gün çalışır bahçede bir tek yabani ot kalmayana kadar durmazmış. Güneş battığında o da çok yorulmuş olurmuş hemen gider uyurmuş. Sabah kalkmaları gerek saatte yani güneş doğduğunda kalkarmış. Ama bahçedeki otlar gene uzamış sanki hiç temizlenmemiş olurmuş. Bunu hiç anlamıyormuş küçük kız kardeş. Nasıl olur diyormuş kendi kendine dün bütün gün uğraştım tek bir tanesi bile kalmayana kadar çalıştım akşamdan sabaha kadar unların tekrar çıkması imkansız bir türlü anlamıyorum.

Bu böyle yıllarca devam etmiş. Onlar akşama kadar bütün işleri bitiyor ama sabah her şeyi gene eski haliyle buluyorlarmış.

Bir akşam üç kız kardeş bütün işleri bitirdikten sonra yatmak yerine gizlice büyük kız kardeşim odasında buluşmuşlar. Neler olduğunu bir türlü anlamıyorlarmış ve artık canlarına tak etmiş bu işin sırrını anlamak istiyorlarmış.

Büyük olan demiş ki:
-Ben bütün gün çalışıyorum 1000 kişiye yetecek kadar yemek pişiriyorum sonra güneş batarken kral geliyor bunları tek tek bahçedeki ağacın altına taşıyor. Sonra ertesi gün benden aynı yemekleri tekrar yapmamı istiyor bir türlü anlamıyorum bu kadar yemeği kim yiyor? Ancak bin kişilik koskoca bir ordu bu yemekleri bitirebilir.Çok yoruluyorum çok.

Ortanca kardeş demiş ki:
-O da bir şey mi ben bütün gün bu koskoca sarayı temizliyorum akşam olduğunda yorgunluktan sabaha kadar hiç kıpırdamadan uyuyorum ama sabah olunca bir de ne göreyim bir gün önce temizlediğim bütün çamurlar olduğu yerde duruyor sanki bin kişi bütün gece sarayda dolaşmış atlar çamurlu nallarıyla etrafı kirletmiş gibi kral her yeri temizlememi bekliyor. Nasıl oluyor da kirleniyor anlamıyorum asıl ben çok yoruluyorum.

En küçük kardeş lafa girmiş:
-Sizin yorgunluklarınız benimkinin yanında hiç kalır. Ben sabah doğunca kalkıyorum bahçedeki bütün otları tek tek ellerimle topluyorum. Ellerim o kadar çok acıyor ki yara olmasın diye merhemler sürüyorum. Sabah bir bakıyorum hepsi tekrar uzamış. Akşama kadar temizlemem gerekiyor yapamazsam kral bana ceza veriyor. Çok yoruldum artık dayanamıyorum. Eskiden ne kadar mutluyduk ne oldu acaba nedir başımıza gelen bu felaket demiş.

Böylece bütün gece konuşup dertleşmişler. Mutlaka neler olduğunu öğrenmeliyiz demişler. Ve aralarında iş bölümü yapmışlar. Sabah olduğunda her zamanki işlerini yapacaklar ama daha sonra kralı takip edip sabaha kadar ne olduğunu öğreneceklermiş.

Sabah olmuş. Üç kız kardeş de bütün işlerini çok daha hızlı çalışıp erkenden bitirmiş. Daha sonra her biri bir köşeye saklanıp neler olduğunu izlemiş. Aklaş olunca gene büyük kardeşin odasında buluşup olanları birbirlerine anlatmışlar.

Söze büyük kardeş başlamış:
- Bu sabah her zamankinden daha erken kalktım daha hızlı çalışıp bütün yemekleri 1 saat önce hazır ettim. Daha sonra kralın yanına çıkıp bugün yemekleri erken hazırladığımı söyleyip uyumak için izin istedim. Sonra da gidip mutfaktaki fırının arkasına saklandım. On dakika sonra kral mutfağa indi. Benim hazırladığım yemekleri teker teker alıp bahçeye taşımaya başladı gizlice takip ettim ve onu yemekleri büyük ağacın altına bırakırken gördüm. Ara sıra da başını kaldırıp yukarıda biriyle konuşuyordu sanki ağacın dalında biri varmış gibi. Yakalanmaktan korktum ve geri döndüm.
Küçük kardeş hemen lafa atlamış ve anlatmaya başlamış:
- Ondan sonra olanları ben anlatabilirim çünkü tam o sırada ağaçta saklanıyordum. Bende bu sabah erken kalktım bütün işleri her zamankinden önce bitirdim ve ablam gibi bende kraldan izin istedim sonra da hemen gidip ağacın en üst dalına çıkıp saklandım. Bir süre sonra kralın elinde tepsiyle geldiğini gördüm sürekli ağacın altına yiyecek taşıyordu bu böyle bir saat sürdü o kadar çok yemek getirmişti ki tepsileri sayamaz oldum. Bu sırada ikide bir kafasını kaldırıp ağaca “Her şey sana kandığım için başıma geldi. Ama sonunda taş oldun sende bunu hak etmiştin” diyordu. Ama kiminle konuştuğunu göremedim. Ardından ağacın gövdesi ikiye ayrıldı ve içinden 1000 kişi çıktı belki daha da fazla olabilir. Hepsi de ata biniyordu, kafalarında kocaman miğferleri vardı hepside askere benziyorlardı. Kralın etrafında dönmeye başladılar hepsi tek bir ağızdan cezanı çekeceksin aç gözlü kral diye bağırıyorlardı. Kral hiçbir şey söylemedi sadece başını önüne eğdi ve olanları seyretti. Ardından askerler atlarından indiler bütün yemekleri yediler. Tekrar atlarına binip bahçenin içinde at sürmeye başladılar. Atlar hızlandıkça gün boyunca benim temizlediğim bütün yabani otlar tekrar çıkmaya başladı bu böyle bütün bahçe otlardan ve sarmaşıklardan görünmez olana kadar sürdü. Daha sonra atlılar şatoya doğru yöneldiler. Kral onların gözden kaybolmasını bekledi ve gene ağaçta birileriyle konuşmaya başladı ama sadece kralın sesi duyuluyordu kimse ona karşılık vermiyordu. Dikkatlice aşağıdaki dallara baktım kralın kiminle konuştuğunu anlamak için sonra birde ne göreyim upuzun kıpkırmızı bir kuyruğu olan güzel bir kuş dalların arasına saklanmış duruyor. Ama bir gariplik olduğunu hemen anladım kuş hiç kıpırdamıyordu fakat gözlerini oynatışından konuşulanları anladığını ve bir şeyler söylemek istediğini anlayabiliyordum. Kuşu kafası altındandı güneşte pırıl pırıl parlıyordu.
Kısa bir süre sonra kral da atlıların ardından saraya geri döndü bende usulca bulunduğum yerden indim ve buraya geldim demiş.
Ortanca kardeş evet demiş bende onların saraya girişlerini gördüm bütün atlıların içeri girmeleri ben diyeyim yarım saat sen de bir saat sürdü. O kadar çoktular ki az daha kocama saraya sığmayacaklarını düşündüm. Sanki evin içinde birini ya da bir şeyi arar gibi dört bir yana koşturuyorlardı. Sonra komutanları olduğunu tahmin ettiğim adam dışarı çıkmalarını işaret etti. Sarayda kimse kalmayınca bende saklandığım yerden çıktım. Her yer kirlenmişti her şey kırılmıştı.
Bence bu işin ne olduğunu bir an önce anlamalıyız yoksa bu yıllarca sürüp gider bizde yorgunluktan ölürüz.

O gece üç kız kardeş yatıp uyumuşlar ertesi sabah olunca üçü birden kralın yanına gitmiş amaçları artık neler olduğunu anlamakmış. Kral hizmetkârlarını karşısında görünce önce şaşırmış sonra da çok ama çok sinirlenmiş.

- Ne işiniz var sizin burada çabuk işlerinizin başına dönün akşam olmadan bütün her yer temizlenmeli, yemekler yapılmalı ve bahçede bir tek ot bile kalmamalı demiş.
Büyük kız kardeş diğerleri adına da söz alarak konuşmaya başlamış:
- Kralımız emriniz başımız üstüne ama biz artık çok yorulduk sürekli çalışıyoruz ve sabah kalktığımızda her yeri eskisinden daha kötü bir durumda buluyoruz. Neler olduğunu da anlayamadık demiş.
Ve dün başlarından geçenleri ve gördüklerini bir bir anlatmaya başlamış. Sözlerini tamamlayınca kral bir müddet camdan dışarı bakmış ve hiçbir şey söylememiş. Daha sonra hizmetkârlarına oturmalarını işaret etmiş:
- Size her şeyi bütün gerçekleri anlatacağım. Çünkü ne kadar kabul etmesem bile artık benim sizden başka kimsem kalmadı. Hâlbuki yıllar önce ne güzeldi burada yüzlerce insan yaşardı yanımda karım çocuklarım ve dostlarım vardı. Ama ben hırslarıma yenik düşüp hepsini kaybettim. Hâlbuki bütün bu olanlar sadece bir sınavmış ve ben sadece aç gözlülüğümün cezasını çekiyorum. Daha kötüsü ise bu cezayı bitirebilecek hiçbir şey yok bu dünyada. Günlerden bir gün gene böyle bir sonbahar sabahı her zamanki gibi sabah yürüyüşümü yapıyordum bahçede. Farkında olmadan hiç bilmediğim yerlere gelmişim. O kadar yorulmuştum ki bir ağacın gölgesine oturup dinlenmeye başladım. Ağacın gövdesi o kadar kalındı ki en az 500 yaşında olmalıydı. Ama bu mümkün değildi çünkü bütün ağaçları buraya babam diktirmişti ve o zamanlar bahçede bir tek yeşil ot bile yoktu. Bunları düşünürken birden çok fazla susadığımı fark ettim ve yüksek sesle tanrım keşke bahçenin çeşitli yerlerine çeşmeler yaptırsaydım şimdi kana kana içerdim dedim. O anda tam karşımda altından bir çeşme belirdi. Hiç düşünmeden çeşmeye doğru koştum ve içmeye başladım. Kafamı kaldırdığımda çeşmenin üstünde upuzun kırmızı bir kuyruğu olan bir kuş gördüm gözlerini dikmiş bana bakıyordu. İlk önce ondan korktum bana zarar vereceğini düşündüm ama kuş insan gibi konuşmaya başladı. Bana onun kim olduğunu bilip bilmediğimi sordu bende hayır anlamında kafamı salladım. Ağzımı açıp hiçbir şey söyleyemiyordum hem çok şaşkındım hem da hayatımda böyle güzel bir kuş görmemiştim çok değerli olduğunu düşündüm tek istediğim şey onu alıp sarayıma götürmekti. Böylece her gelen kuşuma hayran kalacaktı. Kuş birden havalandı ve muhteşem kuyruğunu açarak etrafımda uçmaya başladı. Büyülenmiş gibiydim sonra ağacın dalına kondu ve konuşmaya başladı:
- Sen şimdi beni bir kuş sanıyorsun ama alında bir zamanlar bende insandım kötü bir cadı beni cezalandırmak için bir kuşa çevirdi ama öyle sıradan bir kuş da yapmadı. Ben sihirli güçleri olan çok özel bir kuşum senin bütün dileklerini yerine getirebilirim. Ama dileğinin şeylerin sonuçlarına katlanmalısın asla olanları geri döndüremezsin. Dedi. Kendi kendime zenginlik ve güç isterim zaten bunlardan niye vazgeçmek isteyeyim ki dedim ve kuşla anlaştık. Ama nereden bilebilirdim aslında cadı benim konuştuğum kuşun ta kendisiymiş ve çok uzaklarda yaşayan bir peri tarafından cezalandırıldığı için bu şekle dönüştürülmüş. Kurtulabilmesi için insanlara ait olan üç değerli şeye sahip olması gerekiyormuş. Bana ondan ne dilediğimi sordu bende dünyanın en zengin insanı olmak istediğimi söyledim. Tamam dedi bana seni dünyanın en zengin insanı yapacağım ama sende karşılığında bana bir şey vermelisin geceleri uyuyamıyorum bana uykunu ver ben de dileğini yerin getireyim dedi. Düşünmeden tamam dedim al uykum senin olsun sadece beni en zengin yap. Tamam dedi istediğin oldu şimdi sarayına geri dön. Bende dediğini yaptım ama bir yandan da kandırıldığımı düşünüyordum hiçbir şey yapmadan beri geri göndermişti. Saraya döndüğümde her şeyin altından olduğunu bahçede meyvesi yakuttan ve elmastan olan ağaçların bulunduğu çeşmelerden su yerine beyaz beyaz incilerin aktığını gördüm mutluluktan uçuyordum. Günlerce çeşmenin ve ağaçların yanından ayrılamadım. Ne yemek yedim ne de uyudum sanki biri gelip onları benden alacakmış gibi hiçbir yere ayrılamadım sürekli akan incileri testilere dolduruyor ağaçtan elmasları ve yakutları topluyordum. Ben topladıkça yenileri çıkıyordu yenileri çıktıkça ben topluyordum. Herkes benim için endişelenmeye başlamıştı çocuklarım ve karım yanıma gelip artık biraz dinlenmem gerektiğini söylüyordu. Sonunda onların sözünü dinledim ve dinlenmek için odama çıktım ama uyumam mümkün değildi. Kendimi çok yorgun hissediyordum ama gözlerimi kapatıp bir türlü uykuya dalamıyordum. Böylece birbirinden uzun geceler geçirdim herkes uyurken ben uyanıktım. Kazandığım zenginliği ne kadar çok sevsem de artık bu uykusuz geceler yüzünden çok mutsuzdum hiçbir şeyden zevk almıyordum. Uykumu alan kuşu bulmaya karar verdim. Onu en son gördüğüm yerde beni bekliyordu. Beni görünce hiç şaşırmadı sanki geleceğimi daha önceden biliyordu. Ona olanları anlattım ve artık geceleri uyumak istediğimi bana uykumu geri vermesini ve bunun karşılığında da bütün verdiği şeyleri geri alabileceğini söyledim. Bana alaycı bir şekilde sırıttı. Sana bunu en başında söylemiştim, hiçbir şeyi artık değiştiremezsin ama istersen seninle yeni bir anlaşma yapabiliriz. Sana uykunu geri veririm karşılığında bana çevrendeki insanların dostluğunu vereceksin dedi. Kabul ettim saraya döndüğümde o kadar çok uykum gelmişti ki aralıksız günlerce uyudum. Uyandığım zaman yiyecek bir şey getirmeleri için hizmetçilere seslendim ama kimse cevap vermedi bende sinirlendim onları bulmak için dışarıya çıktım. Ama yanımdan kim geçtiyse beni görmezlikten geldi hatta başlarını çevirdiler sanki benden nefret ediyorlardı. Önce anlamadım sonra kuşun sözleri aklıma geldi.Demek ki gerçekten dostluğu benden almıştı. Olsun uyuyabilmek her şeyden önemli dedim kendi kendime. Günler geçti canım çok sıkılıyordu çevremdeki herkes bana düşman gibi davranmaya başlamıştı zaten zamanla birer ikişer herkes sarayı terk etti tek başıma kaldım. Konuşacak bir kişi bile yoktu. Kuşu bulduğum ağaca tekrar gittim kuşu çağırdım bana ne istediğimi sordu bende olanları tek tek anlattım bana gene güldü. Ne istediğimi anlamıştı. Bana arkadaş olacak birilerini göndermeyi önerdi.Ama karşılığında onu yapması gereken işlerin bir kısmını benim yapmamı istedi.Hemen kabul ettim geri döndüğümde sarayda sizi gördüm biriniz yemek yapıyordunuz biriniz bahçede çalışıyordu birinizde temizlik yapıyordu. Ne diyeceğimi bilemedim ama siz sanki yıllardır benimle birlikteymişsiniz gibi normal davranıyordunuz. İlk günler konuşacak birileri olduğu için çok mutluydum ve hatta kaybettiğim şeyler için artık üzülmüyordum. Çok kısa bir süre sonra bir gün camdan bakarken kırmızı bir bulutun bana yaklaştığını gördüm ne olduğunu anlamaya çalışırken büyük bir gürültüyle kuş gelip camın kenarına kondu. Bana verdiğin sözü yerine getir. Benim görevlerim artık senin artık benim temizlemem gereken otlar bu bahçede çıkacak, benim doyurmam gereken ordu şu ağacın içinden çıkacak yemeklerini yedikten sonra her şeyi kontrol edecekler ve işler bitmemişse senin yerinde olmayı hiç istemezdim dedi ve kahkaha atarak olduğu yerden aşağıya atladı o anda çok çirken bir adama dönüştü. Nerden bilebilirdim onun periler tarafından cezalandırılmış bir büyücü olduğunu meğerse büyünün bozulabilmesi için bir insanın sahip olduğu dostluğu ona kendi rızasıyla vermesi ve aynı zamanda onun yapması gerekenleri gene kendi isteği ile üstüne alması gerekiyormuş.
Hikayenin tam burasında büyük kardeş ‘Peki ama kralım nasıl oluyor da o kuş cezalandırılmış bir büyücüyse sihir yapabiliyor size istediğiniz her şeyi verdiğini söylemiştiniz’ diye sormuş. Kralda onun o kadar çok gücü varmış ki perilerden gücünün bir kısmını saklamayı başarmış o gücüde benim gibi birini kandırıp kurtulmak için kullandı. Ben çok aptalım yıllardır sizin sayenizde bütün işler vaktinde yetişiyor ama bundan sonra neler olacağını bilmiyorum demiş.
Ortanca kardeş:
- Bizi o kuşun gönderdiğini söylediğiniz o zaman demek ki biz de yoktan var edildik belki perilerle konuşursak bu işe biz bir çözüm bulabiliriz bizi dinlerler demiş.
Böylece hepsi kafa kafaya verip bir plan yapmışlaş. Ertesi gün her zamanki gibi bütün işleri bitirmişler ve saraya saklanmışlar. Askerler ağaçtan çıkmış pişirilen bütün yemekleri yemişler bahçeyi kontrol ettikten sonra saraya girmişler ama bu sefer sarayın içinde onları 3 kız kardeş bekliyormuş. Atlıların önünü kesmişler ve daha onlar bir şey demeden kendilerini tanıtıp bütün hikayeyi eklemişler. Den sonunda da kralın çok pişman olduğunu bir daha aç gözlülük etmeyeceğini ve elindekilerin kıymetini bileceğini söylemişler. Atlılardan biri ‘Çok güzel konuşuyorsun güzel şeyler söylüyorsun. O büyücü sizi krala vermek için gökteki buluttan yarattı sırf insan olmadığınız için sizi dinledik. Ama biz insanların sözlerine inanmayız akıllandığını hiç sanmıyorum demiş. Tam o sırada kral saklandığı yerden fırlamış ve ağlayarak onlardan af dilemiş.
Atlı:
- Biz o büyücüye bir ceza vermiştik ama sen onu serbest bıraktın bilerek ya da bilmeyerek yapmış ol gene de sen suçlusun sırf zenginlik uğruna bütün ailenden vazgeçtin sen demiş.
Kral
- İnanın bana tek istediğim şey onları yeniden görmek elimdeki her şeyi hatta bu sarayı da alın sadece onları geri getirin demiş.
Bunu duyan atlılar onun doğruyu söylediğine inanmışlar ve aralarında konuşup kralın cezasını bitirmeye karar vermişler. Kral bunu duyunca çok sevinmiş 3 kardeşle ve ailesiyle hep mutlu yaşayacaklarını düşünmüş. Ama atlılar buna karşı çıkmış:
- Biz o büyücüyü cezalandıran baş perinin askerleriyiz bu kardeşleri ona götürmeliyiz o da onları tekrar bulut yapacak sizinle kalması mümkün değil demiş.
Kral o kadar üzülmüş ki ne yapacağını şaşırmış. Küçük kardeş krala demiş ki:
- Üzülme kralım seni mutlu görmekti tek amacımız artık bizde asıl geldiğimiz yere gökyüzüne geri dönebiliriz zaten çok yorulduk artık dinlenmek istiyoruz demiş.
Kral onları uğurlamış sabah kalktığı zaman her şeyin eskisi gibi olacağı için çok mutluymuş. Bütün gece heyecandan uyuyamamış. Sabah olduğunda her şeyin eskisi gibi olduğunu görmüş bütün ailesi geri dönmüşmüş hep beraber neşe içinde kahvaltılarını yapmışlar.
Çok mutlu olmasına rağmen kral bulut olan kız kardeşlerin nasıl olduğunu çok merak ediyormuş gökyüzüne bakmış üç tane bulutun rüzgarda hafifçe ilerlediklerini görmüş. Gökyüzünde onlardan başka tek bir bulut bile yokmuş. Bunlar onlar diye düşünmüş. Gerçektende bulut olmuşlar ve krala hoşça kal demeye gelmişler. Kral onlara el sallamış ve içinden her şey için teşekkür etmiş.Bundan sonraki hayatlarını ailesi ve arkadaşlarıyla birlikte çok mutlu geçirmiş. Ve bir daha asla açgözlülük yapmamış

Hiç yorum yok: